Thursday, August 27, 2009

Boredom Is My Middle Name!!

Çoğunlukla işimin gücümün yazmak ve okumaktan ibaret olduğunu hayal eder, kendime kimilerinin 'aylaklık' diye adlandırdığı bir hayat çizdiğimi düşlerim. Bu blog da bunun bir simülasyonu olsa gerek. Günlerdir ağır şeyler yemekten, düşünmekten yaşamaktan bıkmış olan bünyem dün ruhsal ve bedensel bir detoks maratonu yaşadı ve kendisine geldi. Yine kendimi kandırarak tek işimin bu blog olduğunu düşünecek olursak işte son bir kaç günün (2 gün demek daha doğru olacak) Z raporu:

*Boş kalınca Allah değil ben bile kendimi sevmediğimi farkederek sonunda ertelemeyi bıraktım ve Erdoğ Amca'nın bürosuna gidip gelmeye başladım. İlk sabah yaşadığım beynimdeki patlamalara gelmeden önce bir önceki geceye (en azından hatırladığım ve o kadar da tatsız olmayan anlarına) gitmeli sanırım.

*M. yi çok özlemişim, sanırım önümüzdeki 1 sene de özlemekle geçecek. İçimde kendisiyle ilgili garip bir heyecan var, zaten bayıldığım Brüksel'de şimdi artık 2. bir evim olacak hissi veriyor gidecek olması. Herşey çok güzel olacak inanıyorum.

*S. ile görüşmeye başladığımdan beri herkesten ne kadar uzaklaşmış olduğumu farkettim. Saatlerce M., E., C. ve ben 'eski güzel' günlerimizde ne saçmalardan seçmeler yaşamış olduğumuzu tartışıp gülüştük. Bu iyi, bak bu çok iyi, dedim sonra ben.

*Flat'in margaritaları gerçekten çok başarılı!

Geçenin bilançosu dünkü yazıdan anlaşılacağı gibi pek iç açıcı değildi doğal olarak. Bana koca bir baş ağrısı, 30 lira tutan bir taksi ücreti, pişmanlık, hayal kırıklığı ve ne olduğunu henüz çözemediğim garip bir durum (ki bu düpediz awkwardness işte) bıraktı ve ertesi sabah Alka Seltzer'in ne yüce bir icat olduğunu kanıtlamam için gün doğdu!

*Akşam yine hızımı alamadım ve kendi kişisel Minik Eloise' im ilan ettiğim S. ile buluştum. Bu aslında biraz garip, zira liseden beri hiç liseli arkadaşım olmamıştı. Lox'a gidip gözüm dönercesine waffle yerken bulmayı düşünürken kendimi birden vahiy inmişcesine detoks meyve suyu ve diyet yemeği (sebze beğendi--ki kabak ve havuçtan yekpare bir yemek nasıl hem bu kadar lezzetli hem de bu kadar doyurucu olabilir çözemedim) ile başbaşa buldum.

*Çıkışta hayatımda ilk defa kendimi yaşlı hissetmenin verdiği hezimetle bizim benim deyimimle 'daha az genç, daha az zengin, daha az libidolu' Sex and the City kızlarıyla buluştum. S., A. ve T. annemin yıllardır en yakın arkadaşları ancak bu harika kadınlar kendi arkadaşlarımı satıp yanlarına gitmemi sağlatacak kadar eğlenceliler, iyi ki de varlar! (ilerleyen günlerde umarım bir daha böyle light bi modumu yakalarsam sırf onlara ayrılmış bir yazıda detaylarıyla anlatacağım kendilerini)

*Dün sabahtan beri garip şeyler oluyor ama be blog, yani güzel mi kötü mü bilemediğim gariplikler. Mesela gerçekten Tanrı'nın sevgili bir kulu olduğunu düşünmeye başladım. Zira ne zaman böyle en dibe vursam ben düşerkenden çok daha kolay bir şekilde toparlanıyorum. Yani artık hakikaten düşünmüyorum. Sanırım 'en güzel mücevherler en büyük enkazların altında saklıdır' olayı bu.

*Egoma sponsor olacak kimseyi bulma ya da 'eğlen güzelim' modu yaşama gibi bir derdim yok ama böyle zamanlarda gökten zembille inmişcesine etrafımda beliren, 'allah allah ne alaka' dedirtip kendime güvenimi sağlayan insan topluluklarını seviyorum. Tanrı'nın bana geçtiği kıyaklardan biri de bu olsa gerek.

*Son iki gündür duyduğum en güzel cümleler şu ikisiydi sanırım:

Bir parça, parçası yapabilme kabiliyeti içinde olanı prensesim bellerim
yemin ederim...
--A.B.


Bir eylem kendi iradenizin dışına taşmışsa o artık sadece maddi manevi
zarar getirmeye başlıyor.
--Ayça Şen

Bu iki lafın da -ki ilki ilk okuyuşta oldukça isyankar ve bıçkın, diğeri ise ilk okuyuşta oldukça uyduruk gelmekle beraber- şu günlerde beynime kazımam gereken düsturlar olduğunu ben unutursam arada bir hatırlatın bana şu sıralar.

*Hah son bir komiklik, dün sabah aptal bir pişmanlıkla az kaldı birisine meyve sepeti yollayacaktım. E. olaya uyandırmasaydı, saçma sapan bir sarhoşluk anını bu kadar büyüttüğü için sinir olmuşken, gerçekten büyütülecek olduğunu kabul edercesine 70 liralık şeftali, portakal yollayarak kendimi iyice rezil bir insan haline sokabilirdim.

Son olarak...

Bu blog işi sapıkça bir teşhirci-röntgenci ilişkisi değil de nedir şimdi?

No comments:

Post a Comment

konuşun bakalım: